Doğu Akdeniz’de “Köprü” Söyleminin Altındaki Asıl Hesap

Doğu Akdeniz’de “Köprü” Söyleminin Altındaki Asıl Hesap
Arif Kubaş
03.12.2025 Çarşamba 14:10 | Son Güncelleme: 03.12.2025 Çarşamba 14:10

Doğu Akdeniz’de “Köprü” Söyleminin Altındaki Asıl Hesap 

ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın Kathimerini gazetesine verdiği röportaj geçtiğimiz günlerde pek dikkat çekmedi. Oysa satır aralarını okuyunca, Doğu Akdeniz’in geleceğine dair oldukça iddialı, hatta yer yer tartışmalı bir tablo çıkıyor karşımıza.

Barrack, ABD’nin Türkiye ile Yunanistan arasında “köprü” olmak istediğini söylüyor. İlk bakışta kulağa hoş geldiği kesin. Barış, diyalog, işbirliği… Bu kelimeler genelde siyasetin en çok tüketilen ve en kolay kabul gören ifadeleridir. Fakat diplomasi, kelimelerin ötesine bakmayı gerektirir. Hele ki Doğu Akdeniz gibi çatlak seslerin bol olduğu bir bölgede. 

Röportajda özellikle üç nokta dikkat çekiyor.

Birincisi: Ruhban Okulu’nun açılması neden bu kadar önemli? 

Barrack’ın sözlerinde en fazla yer tutan konu Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması. Öyle ki ilk kez somut bir tarih bile veriyor: Eylül 2026. 

Bu kadar ısrar, meselenin sadece “dini özgürlük” başlığında ele alınmadığını gösteriyor. Ruhban Okulu, Fener Rum Patrikhanesi’nin uluslararası konumuyla, Lozan’ın hassas dengeleriyle ve İstanbul’un dinsel-diplomatik rolüyle bağlantılı bir mesele. ABD’nin burada bir “iyilik elçisi” gibi davranması boşuna değil. Bu konunun, bölgede etkisini artırma stratejisinin önemli bir ayağı olduğu açık.

İkincisi: 1919 vurgusu ve ulus-devlet eleştirisi

Röportajdaki en ilginç cümlelerden biri şu:

“1919’dan beri ulus-devletler tarafından engelleniyoruz.” 

Bir büyükelçinin, hem de Türkiye’de görev yapan bir büyükelçinin, 1919 gibi bizim tarihimizdeki sembolik bir yıl üzerinden bu yorumu yapması hafife alınacak bir şey değil.

1919, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu sürecinin başlangıcıdır. Aynı zamanda bölgenin bugünkü sınırlarının şekillenmeye başladığı dönemdir. Barrack’ın “ulus-devletler engel” demesi, enerji koridorlarının ve büyük stratejik projelerin önündeki sınır ve egemenlik yapılarını sorun olarak gördüğünü açıkça ortaya koyuyor. 

Bugün Doğu Akdeniz’e Hazar’dan uzanan enerji akışının önündeki en büyük engel, zaten tam da bu ulusal sınırlar ve bunların ortaya çıkardığı jeopolitik gerçekler değil mi? 

Barrack’ın “yeni bir bölgesel düzen” çağrısını bu çerçevede okumak gerekiyor. 

Üçüncüsü: Kıbrıs’a “apse” benzetmesi 

Röportajın en çarpıcı cümlesi belki de bu: 

 “Sağlıklı bir bedenin ortasında apse olamaz.” 

Kıbrıs’taki Türk varlığını, Ada’daki siyasi dengeyi, garantörlüğü… tüm bunları bir kenara bırakıp adadaki durumu “apse” gibi tıbbi bir sorunla tanımlamak, barış çağrısından çok uzakta bir söylemdir.

Bu benzetme, Türkiye'yi Kıbrıs’ta “iyileştirilmesi gereken bir problem” olarak gören bir yaklaşımın izlerini taşıyor. 

Hani meşhur bir söz vardır: “Merd-i kıptî şecaat arz ederken sirkatin söyler.” Kahramanlığını anlatayım derken hırsızlığını itiraf eden Kıpti'nin hikâyesi…

Barrack’ın sözleri de biraz böyle. Barış, refah ve kardeşlik söylemiyle örülü bir paragrafta, aslında Türkiye’nin stratejik pozisyonunu sorunlu bir nokta olarak çerçeveliyor. 

Son söz: Köprü mü, rehberlik mi, yoksa yönlendirme mi? 

Barrack’ın röportajı, ABD’nin Doğu Akdeniz’deki yeni stratejisinin ipuçlarını veriyor. “İki ülkeyi yakınlaştırma”, “köprü olma”, “yeni bir düzen kurma” gibi ifadelerin arkasında, bölgeyi Washington merkezli bir enerji ve siyaset mimarisine oturtma amacı seziliyor. 

Yani mesele sadece barışçıl bir arabuluculuk değil; bölgenin jeopolitik haritasını yeniden çizme arzusu. 

Bu yüzden Barrack’ın sözlerini dinlerken iyi niyet gösterilerinin ardındaki stratejiyi de görmek gerekiyor.

Çünkü diplomasi, çoğu zaman söylenenlerden çok, söylenmeyenlerin hikâyesidir.

haber365.com