

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu gündemiyle paralel olarak, Gazze'de ateşkesin sağlanması ve kalıcı barışın tesis edilmesi hedefiyle New York'ta başlatılan diplomatik girişimlerin ilk somut adımı Mısır'da atılmıştır. Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde Hamas ve İsrail heyetleri arasında; Türkiye, Mısır ve Katar'ın arabuluculuğunda yürütülen müzakereler neticesinde, "Trump Planı" olarak adlandırılan 20 maddelik teklifin 6 maddesi üzerinde uzlaşıya varılmıştır. "Birinci aşama" ve "ikinci aşama" olarak tanımlanan bu yöntem, daha önce tıkanma noktasına gelen müzakere sürecini yeniden canlandırmak amacıyla geliştirilmiş bir formüldür.
Müzakere Sürecinin Dinamikleri
Şarm eş-Şeyh’teki müzakereler, başlangıçta Hamas, İsrail ve arabulucu Mısır temsilcilerinin katılımıyla başlamıştır. Ancak, 20 maddelik planın bütüncül bir yaklaşımla ele alınması, süreçte ciddi fikir ayrılıklarına ve tıkanıklığa yol açmıştır. Özellikle "Hamas’ın silahsızlanması", "Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı", "Gazze için teknokrat bir yönetimin kurulması", "görev gücü" ve "barış kurulu" gibi kritik başlıklar, taraflar arasındaki temel anlaşmazlık konularını oluşturmuştur.
Müzakerelerin ikinci gününde yaşanan bu tıkanıklık, ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Temim arasında gerçekleştirilen diplomatik temasların ardından, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Katar Başbakanı Muhammed bin Abdurrahman'ın sürece dahil olmasıyla aşılabilmiştir. Türkiye ve Katar'ın katılımıyla, planın tek seferde değil, iki aşamada müzakere edilmesi formülü benimsenmiştir. Bu strateji kapsamında, öncelik Mart 2025’te İsrail’in tek taraflı olarak feshettiği anlaşmada daha önce mutabık kalınan maddelere verilmiştir. Bu yaklaşımla, Şarm eş-Şeyh’teki görüşmelerin ilk aşaması üç gün içinde bir anlaşmayla sonuçlanmıştır.
Hamas’ın Güvence Talebi ve Garantörlük Mekanizması
Hamas’ın müzakere pozisyonunu şekillendiren en önemli faktörlerden biri, geçmişte yaşanan olumsuz tecrübelerdir. 2025 yılı başında Doha’da Katar ve Mısır arabuluculuğunda varılan üç aşamalı planın İsrail tarafından 18 Mart’ta tek taraflı olarak bozulması ve saldırıların yeniden başlaması, Hamas nezdinde bir güven erozyonuna yol açmıştır. Benzer şekilde, İran ile ABD arasındaki nükleer müzakerelerin ilerlediği bir dönemde İsrail’in Tahran’a yönelik saldırıları ve bu saldırılara Washington’un verdiği destek, anlaşmalarda ABD’nin garantörlüğünün sorgulanmasına neden olmuştur.
İsrail ve ABD'nin anlaşmalara sadık kalmak konusundaki geçmiş performansı, Hamas’ı daha sağlam güvenceler aramaya ve ABD dışında garantör ülkelerin de sürece dahil edilmesini talep etmeye yöneltmiştir. Bu bağlamda, Hamas’ın ABD ve Mısır’ın garantörlüğünü yetersiz bularak Türkiye ve Katar’ın da garantör ülkeler olarak mekanizmaya dahil edilmesini talep etmesi, sürecin kritik bir dönüm noktasını oluşturmuştur.
Türkiye ve Katar’ın garantör olarak öne çıkması, Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi aktörlerin pozisyonundan ayrışmaktadır. Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün’ün, Trump tarafından sunulan 20 maddelik planın mevcut haliyle kabul edilmesi yönünde Hamas’a baskı yapması, bu ülkelerin süreçte ikincil bir rol üstlenmelerine neden olmuştur. Buna karşılık Türkiye ve Katar, plandaki tartışmalı maddelerin peşinen kabul edilmesi yerine müzakereye açılmasını savunarak daha esnek bir politik tutum sergilemiştir. Bu durum, Ankara’yı sürecin ana aktörlerinden biri konumuna getirirken, Doha’nın pozisyonunu da güçlendirmiştir.
Birinci Aşama Anlaşmasının Temel İlkesi ve Belirsizlikler
Müzakerelerin ilk aşamasında varılan anlaşmanın en temel maddesi, "yeniden savaşa dönülmemesi" ilkesidir. Anlaşmaya göre taraflar, mevcut ateşkes şartlarına bağlı kalacak ve ikinci aşama müzakerelerinde ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar, çatışmaların yeniden başlaması için bir gerekçe olarak kullanılmayacaktır. Garantör ülkeler, bu ilkenin hayata geçirilmesinden, özellikle de İsrail’in ateşkese riayet etmesinden sorumlu olacaktır. Ancak, garantör ülkelerin İsrail’in olası bir ihlali durumunda hangi somut adımları atacağına dair net bir mekanizma henüz kamuoyu ile paylaşılmamıştır. İsrail'in son yıllarda uluslararası hukuku göz ardı eden askerî eylemleri göz önünde bulundurulduğunda, garantörlük sisteminin etkinliği konusunda ciddi soru işaretleri bulunmaktadır.
Şarm eş-Şeyh’teki İmza Töreni ve “Niyet Beyanı”
Müzakerelerin ilk aşamasının tamamlanmasının ardından Şarm eş-Şeyh’te, ABD Başkanı’nın talebi ve Mısır ile ABD'nin ortak organizasyonuyla bir imza töreni düzenlenmiştir. Törende ABD, Türkiye, Mısır ve Katar liderleri bir belgeye imza atmıştır. Dünya basınında “anlaşma” olarak sunulsa da, imzalanan metin esasen yaklaşık 30 ülke adına atılmış bir “niyet beyanı” niteliğindedir. Bu belge, hukuki bağlayıcılığı olan bir anlaşma olmayıp, içeriğindeki tüm maddeler öneri niteliği taşımakta ve Hamas ile İsrail arasındaki dolaylı müzakerelerde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Törenin organizasyon biçimi ve ABD Başkanı Trump’ın tutumu, diplomatik çevrelerde etkinliğin müzakerelerin özünden çok sembolik bir gösteriye dönüştüğü şeklinde yorumlanmıştır.
Plandaki Potansiyel Riskler ve Eleştirel Değerlendirme
ABD Başkanı Trump’ın sunduğu 20 maddelik plan, Filistin davasının geleceği, Gazze'nin statüsü ve Filistin halkının kaderi açısından ciddi riskler barındırmaktadır.
Silahsızlanma ve Güvenlik: Hamas ve diğer Filistinli grupların, Gazze’de etkin ve meşru bir yönetim kurulmadan önce silahsızlandırılması, Filistin halkını savunmasız bırakabileceği ve İsrail’in gelecekteki olası saldırılarına zemin hazırlayabileceği endişelerini taşımaktadır. Hamas ve diğer gruplar, silahlarını Filistinlilerden oluşacak meşru bir yönetime devretme fikrine açık olduklarını belirtmektedir. Garantör ülkelerin, silahsızlanma sürecinin bu çerçevede işlemesini sağlamaları kritik öneme sahiptir.
Kendi Kaderini Tayin Hakkı: Planda, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkının, Gazze’nin yeniden inşası ve Ramallah yönetiminin belirli reformları tamamlaması gibi ön koşullara bağlanması, bu hakkın belirsiz bir geleceğe ertelenmesi riskini taşımaktadır. Müzakerelerin ikinci aşamasında bu maddenin, coğrafi bütünlüğe sahip egemen bir Filistin devletinin kurulmasını kesin olarak güvence altına alacak şekilde netleştirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, Gazze dahil tüm Filistin topraklarının ilhak tehlikesiyle karşı karşıya kalması muhtemeldir.
“Barış Kurulu” ve “Görev Gücü”: Planda önerilen ve başkanlığını Trump’ın yapacağı bir “barış kurulu”, modern bir vesayet yönetimi modeli olarak değerlendirilmektedir. Uluslararası toplumun rolü, Gazze’yi yönetmek değil; savaşın sona ermesine, yeniden inşaya ve insani yaraların sarılmasına destek olmak olmalıdır. Benzer şekilde, sivillerden ve askerlerden oluşması öngörülen “görev gücü”nün görev tanımındaki belirsizlik, gelecekteki rolü hakkında soru işaretleri doğurmaktadır. Bu gücün direniş gruplarını silahsızlandırma gibi görevler üstlenmesi, Gazze’de yeni ve daha karmaşık çatışmalara zemin hazırlayabilir.
Sonuç:
Müzakere sürecinin ilk aşaması tamamlanmış olsa da, kalıcı bir barışın önündeki engeller varlığını sürdürmektedir. Birinci aşamada uzlaşılan maddeler, büyük ölçüde önceki müzakerelerde de ele alınmış konulardan oluştuğu için süreç hızlı ilerlemiştir. Ancak, en tartışmalı ve kritik konuların ele alınacağı ikinci aşamanın aynı hızda ilerlemesi beklenmemektedir. İsrail’in ateşkese sadık kalacağına dair verilen garantiler henüz tam bir güven telkin etmemekte ve planın içeriğindeki muğlak ifadeler ile potansiyel riskler, sürecin geleceği hakkında temkinli bir iyimserliği zorunlu kılmaktadır.